6 Aralık 2016 Salı

ŞİİRDE GELİŞİMCİLİK MANİFESTOSU

GELİŞİMCİLİK MANİFESTOSU – Ulaş NİKBAY – Narin AKTAŞ – 01/12/2016

     Bizler oyuk bir gövdenin içerisine hapsolan ruhumuzu bulutlara çıkarmak özlemi ile elini şiire bulamış, kafası değişik, kafası özel, kafası kafatasından taşarak yüreği güzel insanlara ulaşan, şiirde yeni bir çağın - Çığlık ve Uyanış Çağı- kapılarını aralayan yaratıcı, özgün ve idealist yapılı bir topluluğuz.
      Amacımız günümüz şiirini; şiirden anlamayan, şiir nedir bilmeyen, yozlaşmış, köhne düşüncelere hapsolmuş tüm popülasyonlardan ve bu popülasyona ayak uydurmuş tüm sistem şairlerinin elinden kurtararak şiire layık olduğu değeri yeniden vermek, şiir dilinin etkin, doğru ve güncel kullanılmasına katkı sağlamaktır. Yaşama açılan penceresini şiir olarak gören, şiire tutkuyla bağlı, şiirini geliştirmek isteyen, öğrenmeye ve eleştiriye açık olan herkese seslenmek istiyoruz.
     Kimsenin kimseyi okumadığı, kimsenin kimin ne yazdığı ile ilgilenmediği bir şiir ortamı içinde, hiç kimse geleceğe ulaşacak eserler bırakamaz. Yüreğinde ufak da olsa bir heves barındıran herkes şiir yazmaya soyunuyor ve şiir nedir bilmeden sadece hissiyatını meşgul eden duyguları olduğu gibi kalemine aktarıyor. Bizler -yani yazmaya gönül verenler- okumayarak, eleştirmeyerek, internet ortamında takipleşerek ve beğeni sayılarımızla çok güzel yazdığımızı iddia ile kendimizi tatmin ederek kendi ellerimizle şiirin yozlaşmasına ve belki de giderek yok olmasına neden oluyoruz. Herkes yazmak istiyor fakat kimse okumak istemiyor. Tam da bu noktada şimdiye değin anlatmak istediklerimiz çok yoğun bir derinlik kazanıyor ve bizi bir kum tanesi kadar küçültüyor. Önümüzde taşlar var fakat biz denize atlamak istiyoruz. Önce o taşları temizleyelim, emek verelim ve öylece yüzmeye çalışalım.
      Yetersiz de olsa içinde şiir yazma tutkusu olan insanlar aşağılandı, şiir kitlelerden yalıtıldı ve bir entellektüel oyuncağı haline getirildi. Ama artık bu devir bitti. Çığlık ve Uyanış Çağı, "Şiir Dilimi Geliştiriyorum" ile başlıyor. Herkesin birbirinin şiirini okuyarak eğitici, bilgilendirici ve geliştirici temaslarda bulunacağı ayrıcalıklı bir ortam yaratıyoruz. Bir akademik program gibi hazırladığımız konu içerikleriyle yazdığımız şiirleri hep birlikte geliştireceğiz. Başlangıçta çok zor olabilir, su soğuk gelebilir fakat yüzdükçe derinlere, en derinlere ulaşacağız. Bu nedenle asla vazgeçmeden yazın, her zamankinden daha çok yazın ve bizimle birlikte yazın. Yüreğini şiire kocaman açan tüm tutkunları aramızda görmekten mutluluk duyacağız. Öyle bir çoğalmalıyız ki dağlar, bulutlar dize olmak için dize durmalı.
     Şiiri pasivize eden tüm söylemlere karşın yola çıkıyoruz... Bize ütopyadır diye sunulup böyle benimsetileni, yaşamlarımıza tohum tohum ekeceğiz.. Günü gelince, şiirden gelen yine şiire dönecektir. Kalbimize ektiğimiz güzel tohumları hep birlikte yeşerteceğimiz aydınlık günlere inanıyoruz.


1 Haziran 2016 Çarşamba

Masumiyetin Son Dalgası

Hani vardı ya masallarda dinlediğimiz
Mutlu sonlar,
Çocukken gökyüzüne uçurttuğumuz uçurtmalar,
Gönlümüzde filizlenen ilk taze aşklar,
Saflığımızın yüzümüze yansıyan ilk masumiyet dalgaları,
Hiçbiri sahte olmamıştı şimdiye dek.
Her şey sahteleşti.

Gerçek diye bir şey yok artık.


Narin Aktaş

12 Ekim 2015 Pazartesi

Bir Barış Sunun Bana



Bir barış sunun bana gökkuşağının renklerini yedi cihanda kuşanmış.
Bir barış sunun bana at üstünde alaylıca gelen gelin gibi asil dursun temiz ve safça...
Bir barış sunun bana bir ezan davetinde karışıp birbirimize kim olduğumuzu bilmeden tutunalım kardeşçe elele.
Bir barış sunun bana layık olsun sana, bana ve gökyüzüne.
Ayrışmasın yurdum insanı <<Sizin ölüler, Bizim ölüler>> diye.
Ayrıştırmasın kötü emeller benden olanı bana düşman yaparak.
Haydi şimdi bir barış sunun bana
bitsin bu gözyaşı, elem ve keder.
Narin Aktaş 

1 Ekim 2015 Perşembe

ERGUVANLAR AÇARKEN




    Burası çok güzel bir yerdi. Sarı, kırmızı,beyaz güller ve çeşitli çiçeklerdeki renkler ile güzel bir bahçeyi andırıyordu. Aslında toprakla örtülü bedenler şehri olmasaydı burayı daha çok sevebilirdi. Ama gelin görün ki, sevilmeyecek kadar buruk kalplerle doluydu. Uzun virajlı yolların olduğu, devasa büyüklükte bir yerden en tepeye doğru yürümeye başladılar. Bir elinden annesi tutmuştu, diğer elinden babannesi... Onların boşta kalan ellerinde ise girişte aldıkları erguvan çiçekleri ile bu çiçeğin tohumu ve bir testi su vardı. Yol boyunca annesine sorular sorup durdu. Bunlar her bayram sorduğu sorulardan birkaçıydı.
-“ Anne, babam bu kez yüzünü gösterir mi bana?” Annesi buraya her gelişlerinde dalgın dalgın ayaklarına bakardı. Sonra da başını kaldırır burnunu çekerdi. İşte o zaman içi su dolmuş ışıltılı gözleri görünürdü. İçinden hüzün akardı. İşte şimdi yine aynıydı. Sulanmış ışıltılı gözleriyle oğluna doğru baktı ve içli ses tonuyla:
“İstese de yüzünü gösteremez oğlum. Biz onu ancak rüyamızda görebiliriz.” dedi.
Babam beni sevmiyor mu anne? 
O nasıl söz oğlum, elbette seviyor.
Ama rüyalarıma bile girmiyor artık. Bu nasıl sevmek ? 

    Annesi yutkundu. Bir şey diyemedi. Güneş, tepelerinde ışıl ışıl parlıyordı. Taş mermerlerin arasından ufak bir tomurcuk iken, büyük kökler salabilmeyi başarmış ağaçların yeşil tonları ve bu ağaçların arasından ötüşen kuşların sesleri eşliğinde yürümeye devam ediyorlardı. Yusuf'un küçücük bedeni de bu mermerlerin arasında kalan ağaçlar gibiydi. Buraya her gelişinde küçük kalbi sıkışıyor ve nefesi kesilecek gibi oluyordu. Bugün bayram olması nedeniyle aynı onun gibi ölülerini ziyarete gelen birçok insan vardı. Her gelişinde kendi yaşıtlarını mezar başlarında hüzünlü gördükçe yalnız olmadığımı hissediyordu ve bu onun tek tesellisi oluyordu. Tek babasız kalan o değildi.
Nihayet gelmişlerdi Babasının mezarının başında al bayrak vardı. Mezar taşının üzerinde 1979-2013 Salih ATAMAN yazıyordu. Mezarının hemen dibinde bir çınar ağacı vardı ve onun mezarını gölgeliyordu. Babaannesi Sabiha Hanım çantasından bir Yasin-i Şerif çıkardı ve hafif kısık sesle okumaya başladı. Anneside bir yandan getirdiği erguvan çiçeklerinin tohumlarını ekmeye, bir yandan da toprağını sulamaya koyulmuştu. Acı yerini hüzne bırakmıştı artık. Ama Yusuf babasının boşluğunu hala iliklerine kadar hissediyordu. Acısı hala tazeydi. Babasının mezarının baş ucuna oturup erkek erkeğe, içinden konuştu onunla: 

“ -Bir ilkbahar mevsiminde kaybetmişiz seni babacığım. Bursa'nın yerlisi olarak en çok erguvanları severmişsin. O kadar temizmiş ki yüreğin bir erguvan mevsiminde göçmüşsün buralardan. Kimbilir belki erguvanlarda seni çok severdi. Neticesinde onlar da canlı. Ben henüz çok küçüktüm senin ölümünü duyduğumda. Kızma sakın ? Evdekiler söylememişti, annemin feryatlarından anlamıştım. Sonra gidip mahalledeki küçük arsada büyüyen osturuk çiçeklerini toplamıştım mezarına ekmek için. Ne bileyim babacığım o zamanlar ben onları papatya sanmıştım yoksa hiç sana layık görür müydüm? Derslerimi soracaksın biliyorum. Bu yılda “Pek İyi” aldım. 3. sınıfa başlayacağım.”

   Sonra babasına mahalledeki ağabeylerin selamını götürdü ve konuşmaya devam etti:- “Babacığım sana mahalledekilerin bol bol selamını getirdim. Kasap Hüsnü, Bakkal Latif, Kahveci Musa, Berber Şenol hep seni anlatıp dururlar beni gördüklerinde. “Baban çok mert adamdı” diye başlıyorlar söze. Babacığım, Mustafa'yla babasının geçen hafta mahallede oynadıkları maçı anlatmak isterdim sana gıbtayla izledim. Halit'i her gün okula bırakan ya da şu Domdom Hayri'nin midesini her gün tıka basa dolduran babasından söz etmek isterdim. Ama ne gereği var. Anlatsam sen de kıskanacaksın onları benim gibi. Birde şeyy... Sitem ediyorum sanma. Uzun zamandır seni göremiyorumda rüyamda. Neden gelmiyorsun rüyalarıma ? Beni görüyorsun, izliyorsun biliyorum. Ama ben de seni görmek, duymak, konuşmak, sana sıkı sıkı sarılmak istiyorum. Ne olur bu akşam gel olur mu? Bekletme beni daha fazla.”
Babaannesinin “Sadakallahül-azim” diyerek Yasin suresini kapatmasıyla babasıyla konuşması sona erdi. Hep birlikte ayağa kalktılar ve ellerini açarak Fatiha Suresi'ni okudular. Üçününde gözlerinden acısı hala taze olan gözyaşı süzülüyordu yanaklarına doğru. Küçük Yusuf gözyaşını sildi ve polis üniformasıyla asker selamına durdu. Babasıyla vedalaştılar ve onu en çok sevdiği erguvan çiçekleriyle başbaşa bıraktılar. O çiçekler bir süre sonra solacaklar. Ama ektikleri erguvan tohumları gün geçtikçe kök salacak, filizlenecek, mor renge bürünecek ve olgunlaştığında maviye, çok sonrada sarıya dönüşecek. 

    Küçük çocuk o gün, içi rahat uyudu. Çünkü babası bir bahar mevsiminde ölmüştü ve onlar ona baharı götürmüşlerdi.



Not: Blogda yazılan tüm eserler Narin Aktaş'a aittir. Kendisinin İsmi olmadan başkasına ait bir şekilde eserleri paylaşanlar hakkında yasal süreç başlatılacaktır. 

14 Ağustos 2015 Cuma

Merak Ediyorum !


Nasıl oluyor bilmiyorum. Merak ediyorum oluyor mu size de arada? Ortada hiçbir şey yokken, sebepsizce ama haksız yere değil... Oluyor mu hiç öylesine ağladığınız? Canınızı yakan olmadığı halde canınız yanıyormuş gibi hissettiğiniz... İsyan ettiğiniz oluyor mu hiç sıradan bir günde dağa, tepeye, göklere, bulutlara, hatta güneşli bir havaya...? Bağırasınız geliyor mu bağrınız yanarcasına? Ya da hıçkıra hıçkıra ağlayasınız tutuyor mu? Başa sarıp tekrar tekrar filmi izler gibi izlediğiniz oluyor mu hayatınızı..? Ve sonra kızdığınız oluyor mu kendinize ben gibi...? Yapacağınız seçimlerde bir yanınızın uçurum ve bir yanınızın karanlık olduğunu hissediyor musunuz? Merak ediyorum mutlu musunuz ey toplumun naif bireyleri? Huzurlu uyuyabiliyor musunuz yatağınızda. Yoksa kıvranıyor musunuz yatağın bir ucunda ben gibi... Nasıl hissediyorsunuz bilmek istiyorum.

Narin Aktaş
‪#‎NarinAktaş‬
‪#‎narinaktas‬

21 Temmuz 2015 Salı

SURUÇ ANISINA


Ölümüz de dirimiz de birdir bizim.
Ölürken de onurluyuz, diriyken de.
Biz genciz, biz yaşlıyız.
Biz rehberiz gelecekteki tohumlara.
Vurularak bitmeyiz, iyilik dökeriz gözyaşı yerine.
Biz bir avuç, siz bir okyanus olsanız da...
Bitmeyiz gün doğmadıkça..
Gelecektir ardımızdakiler.
Bir iken bin, bin iken milyon olacaktır.
Zulüm kalmaz hiçbir Şah'a, Kral'a,
Kalmamış imparatorlara..
İyilik deriz, onur deriz, hep insan deriz.
Ayrılmayız biz birbirimizden.
Ardımızdakiler, ardımızdakiler..
Gelecektir elbet gün batmadan.
Birin elin bin, binin eli milyon olacak.
Çakacaklar ensenize zulmün suyu kurumadan.
Bitmeyiz biz gün doğmadan.
Ölürken de onurluyuz, diriyken de.
Biz genciz, biz yaşlıyız.
Biz rehberiz gelecekteki tohumlara.
Vurularak bitmeyiz, iyilik dökeriz gözyaşı yerine.
Biz bir avuç, siz bir okyanus olsanız da...
Bitmeyiz gün doğmadıkça..

SURUÇ...

                                                                                                                

Geçen aylarda hatırlarsanız Aktiffelsefe üyeleriyle yapmış olduğumuz bir çalışmayı sizlere sunmuştum. Amacımız bir Halk Kütüphanesini yeniden onarmak ve İlçede bulunan çocuklar için bir OYUNCAK KÜTÜPHANESİ kurmaktı. Bu amaç beni o kadar sevindirmişti ki... Fazla oyuncağı olmayan bir çocuktum. Bu nedenle benim oynayamadığım oyuncaklarla başka çocuklar oynayabilsin diye kolları sıvadım. Öyle onurlu, gururlu, heyecan verici ve ışıltılı bir gündü ki..
Gelgelelim dün Suruç'ta gözleri bir ışık dolusu genç, aynı benim yaşamış olduğum gibi onurlu, gururlu,ve heyecan verici bir duygu ile savaş mağduru çocuklar için yola çıkmak üzere bekliyordu. Tek amaçları vardı. Kobani'deki çocuklara oyuncak ulaştırmak. Onların acısını paylaşmak... Onlara çocuk olduklarını tekrar hatırtmak... Ama haince bir saldırı o güzel amacı, o gözleri ışık dolu gençleri hedef aldı. Tek suçları o çocuklara oyuncak ulaştırmak... İyiliğe geçit yok. Düşünceye, haykırmaya, birlik olmaya, insani davranışlara geçit yok. Terör iyiliğe kurşun sıktı. Masumiyete kurşun sıktı. O bomba dün bütün insanlığa atıldı. Orda parçalanan bedenler bizim bedenlerimizdi. Saflar sık değil artık. Saflar dağınık, tedirgin, korku dolu..




Ölümüz de dirimiz de birdir bizim.
Ölürken de onurluyuz, diriyken de.
Biz genciz, biz yaşlıyız.
Biz rehberiz gelecekteki tohumlara.
Vurularak bitmeyiz, iyilik dökeriz gözyaşı yerine.
Biz bir avuç, siz bir okyanus olsanız da...
Bitmeyiz gün doğmadıkça..
Gelecektir ardımızdakiler.
Bir iken bin, bin iken milyon olacaktır.
Zulüm kalmaz hiçbir Şah'a, Kral'a,
Kalmamış imparatorlara..
İyilik deriz, onur deriz, hep insan deriz.
Ayrılmayız biz birbirimizden.
Ardımızdakiler, ardımızdakiler..
Gelecektir elbet gün batmadan.
Birin eli bin, binin eli milyon olacak.
Çakacaklar ensenize zulmün suyu kurumadan.
Bitmeyiz biz gün doğmadan.
Ölürken de onurluyuz, diriyken de.
Biz genciz, biz yaşlıyız.
Biz rehberiz gelecekteki tohumlara.
Vurularak bitmeyiz, iyilik dökeriz gözyaşı yerine.
Biz bir avuç, siz bir okyanus olsanız da...
Bitmeyiz gün doğmadıkça..

Narin AKTAŞ ‪#‎narinaktas‬ ‪#‎NarinAktaş‬ ‪#‎SuruçtaKatliamVar‬ ‪#‎Suruç‬