1 Ekim 2015 Perşembe

ERGUVANLAR AÇARKEN




    Burası çok güzel bir yerdi. Sarı, kırmızı,beyaz güller ve çeşitli çiçeklerdeki renkler ile güzel bir bahçeyi andırıyordu. Aslında toprakla örtülü bedenler şehri olmasaydı burayı daha çok sevebilirdi. Ama gelin görün ki, sevilmeyecek kadar buruk kalplerle doluydu. Uzun virajlı yolların olduğu, devasa büyüklükte bir yerden en tepeye doğru yürümeye başladılar. Bir elinden annesi tutmuştu, diğer elinden babannesi... Onların boşta kalan ellerinde ise girişte aldıkları erguvan çiçekleri ile bu çiçeğin tohumu ve bir testi su vardı. Yol boyunca annesine sorular sorup durdu. Bunlar her bayram sorduğu sorulardan birkaçıydı.
-“ Anne, babam bu kez yüzünü gösterir mi bana?” Annesi buraya her gelişlerinde dalgın dalgın ayaklarına bakardı. Sonra da başını kaldırır burnunu çekerdi. İşte o zaman içi su dolmuş ışıltılı gözleri görünürdü. İçinden hüzün akardı. İşte şimdi yine aynıydı. Sulanmış ışıltılı gözleriyle oğluna doğru baktı ve içli ses tonuyla:
“İstese de yüzünü gösteremez oğlum. Biz onu ancak rüyamızda görebiliriz.” dedi.
Babam beni sevmiyor mu anne? 
O nasıl söz oğlum, elbette seviyor.
Ama rüyalarıma bile girmiyor artık. Bu nasıl sevmek ? 

    Annesi yutkundu. Bir şey diyemedi. Güneş, tepelerinde ışıl ışıl parlıyordı. Taş mermerlerin arasından ufak bir tomurcuk iken, büyük kökler salabilmeyi başarmış ağaçların yeşil tonları ve bu ağaçların arasından ötüşen kuşların sesleri eşliğinde yürümeye devam ediyorlardı. Yusuf'un küçücük bedeni de bu mermerlerin arasında kalan ağaçlar gibiydi. Buraya her gelişinde küçük kalbi sıkışıyor ve nefesi kesilecek gibi oluyordu. Bugün bayram olması nedeniyle aynı onun gibi ölülerini ziyarete gelen birçok insan vardı. Her gelişinde kendi yaşıtlarını mezar başlarında hüzünlü gördükçe yalnız olmadığımı hissediyordu ve bu onun tek tesellisi oluyordu. Tek babasız kalan o değildi.
Nihayet gelmişlerdi Babasının mezarının başında al bayrak vardı. Mezar taşının üzerinde 1979-2013 Salih ATAMAN yazıyordu. Mezarının hemen dibinde bir çınar ağacı vardı ve onun mezarını gölgeliyordu. Babaannesi Sabiha Hanım çantasından bir Yasin-i Şerif çıkardı ve hafif kısık sesle okumaya başladı. Anneside bir yandan getirdiği erguvan çiçeklerinin tohumlarını ekmeye, bir yandan da toprağını sulamaya koyulmuştu. Acı yerini hüzne bırakmıştı artık. Ama Yusuf babasının boşluğunu hala iliklerine kadar hissediyordu. Acısı hala tazeydi. Babasının mezarının baş ucuna oturup erkek erkeğe, içinden konuştu onunla: 

“ -Bir ilkbahar mevsiminde kaybetmişiz seni babacığım. Bursa'nın yerlisi olarak en çok erguvanları severmişsin. O kadar temizmiş ki yüreğin bir erguvan mevsiminde göçmüşsün buralardan. Kimbilir belki erguvanlarda seni çok severdi. Neticesinde onlar da canlı. Ben henüz çok küçüktüm senin ölümünü duyduğumda. Kızma sakın ? Evdekiler söylememişti, annemin feryatlarından anlamıştım. Sonra gidip mahalledeki küçük arsada büyüyen osturuk çiçeklerini toplamıştım mezarına ekmek için. Ne bileyim babacığım o zamanlar ben onları papatya sanmıştım yoksa hiç sana layık görür müydüm? Derslerimi soracaksın biliyorum. Bu yılda “Pek İyi” aldım. 3. sınıfa başlayacağım.”

   Sonra babasına mahalledeki ağabeylerin selamını götürdü ve konuşmaya devam etti:- “Babacığım sana mahalledekilerin bol bol selamını getirdim. Kasap Hüsnü, Bakkal Latif, Kahveci Musa, Berber Şenol hep seni anlatıp dururlar beni gördüklerinde. “Baban çok mert adamdı” diye başlıyorlar söze. Babacığım, Mustafa'yla babasının geçen hafta mahallede oynadıkları maçı anlatmak isterdim sana gıbtayla izledim. Halit'i her gün okula bırakan ya da şu Domdom Hayri'nin midesini her gün tıka basa dolduran babasından söz etmek isterdim. Ama ne gereği var. Anlatsam sen de kıskanacaksın onları benim gibi. Birde şeyy... Sitem ediyorum sanma. Uzun zamandır seni göremiyorumda rüyamda. Neden gelmiyorsun rüyalarıma ? Beni görüyorsun, izliyorsun biliyorum. Ama ben de seni görmek, duymak, konuşmak, sana sıkı sıkı sarılmak istiyorum. Ne olur bu akşam gel olur mu? Bekletme beni daha fazla.”
Babaannesinin “Sadakallahül-azim” diyerek Yasin suresini kapatmasıyla babasıyla konuşması sona erdi. Hep birlikte ayağa kalktılar ve ellerini açarak Fatiha Suresi'ni okudular. Üçününde gözlerinden acısı hala taze olan gözyaşı süzülüyordu yanaklarına doğru. Küçük Yusuf gözyaşını sildi ve polis üniformasıyla asker selamına durdu. Babasıyla vedalaştılar ve onu en çok sevdiği erguvan çiçekleriyle başbaşa bıraktılar. O çiçekler bir süre sonra solacaklar. Ama ektikleri erguvan tohumları gün geçtikçe kök salacak, filizlenecek, mor renge bürünecek ve olgunlaştığında maviye, çok sonrada sarıya dönüşecek. 

    Küçük çocuk o gün, içi rahat uyudu. Çünkü babası bir bahar mevsiminde ölmüştü ve onlar ona baharı götürmüşlerdi.



Not: Blogda yazılan tüm eserler Narin Aktaş'a aittir. Kendisinin İsmi olmadan başkasına ait bir şekilde eserleri paylaşanlar hakkında yasal süreç başlatılacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder